Son yıllarda, başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere LGBT hareketinin faaliyet alanına giren bölgelerde “trans çocuklar vardır” söyleminin yaygınlık kazandığını görmekteyiz. LGBT hareketi ve destekçileri tarafından yazılı ve görsel medyada konu edilen, onur yürüyüşü ve benzeri organizasyonlarda sıklıkla kullanılan bu söylemin toplumu yanıltıcı ve bilimsel gerçeklikten uzak bir söylem olduğunu belirtmek gerekir. Cinsiyeti hakkında kafa karışıklığı yaşayan insanları “yanlış bedende doğduğuna” ikna etmeye çalışan LGBT hareketi, kişinin kendi cinsiyetini çok küçük yaşlardan itibaren seçebileceğini ileri sürerek, cinsiyetinden memnun olmayan çocuk ve ergenleri tıbbi ve cerrahi müdahalelere yönlendirmektedir. Psikolojik, fiziksel veya çevresel faktörler nedeniyle cinsiyet karmaşası yaşayan çocuklara ancak ve ancak cinsiyet değiştirme ameliyatları oldukları takdirde huzurlu bir yaşam sürebilecekleri yönünde gerçeklikten uzak bir anlatı sunulmaktadır.
“Transseksüellik/Trans” kavramı, kişinin esas cinsiyetini reddederek, kendini karşı cinsin cinsiyet özellikleriyle tanımlaması olarak ifade edilmektedir. Esas cinsiyetinden memnun olmayan, yanlış bedende doğduğu yanılgısına kapılan ve karşı cinsin cinsiyet özelliklerine kavuşmak üzere cinsiyet değiştirme ameliyatlarına (diğer bir ifadeyle transseksüel ameliyatlarına) başvuran kişilere trans denilmektedir. Cinsiyet değiştirme süreci olarak adlandırılan bu süreç ergenlik döneminde, ergenlik engelleyicilerin kullanımı ile başlar ve karşı cinsiyet hormon tedavileri ile devam eder. Takip eden süre zarfında yasal yaş sınırının tamamlanmasıyla birlikte sözde trans çocuklara birincil cinsiyet özelliklerinin yani üreme organlarının iptal edildiği ameliyatlar düzenlenmektedir. Yaşadıkları bunalımdan ameliyat olarak kurtulacaklarına inandırılan çocuklar sürecin sonunda daha büyük ve derin ruhsal problemlerle yüz yüze gelmektedir. Cinsiyet değiştirme süreci, trans çocuklarda beklenen ruhsal iyileşmeyi sağlamadığı gibi yapılan araştırmalar neticesinde transları ameliyat kararına yönlendiren cinsiyet hoşnutsuzluğu, ruhsal bunalım, anksiyete ve depresif bozukluk şikayetlerinin ameliyat sonrası dönemde de devam ettiği görülmüştür. Amerika’da, LGBT gençlerinde intiharı önleme üzerine çalışmalar yapan The Trevor Project’in paylaştığı son verilere göre, trans gençlerin %45’inin intihara teşebbüs etmeyi ciddi olarak düşündüğü ortaya çıkarılmıştır. Belirli aralıklarla gerçekleştirilen çalışmalarda trans gençler arasında intihar riski oranının trans olmayan gençlere kıyasla her yıl giderek arttığı gözlemlenmiştir.
Psikiyatride, esas cinsiyetiyle uyumsuzluk yaşayanların rahatsızlığını ifade etmek üzere “cinsiyet disforisi” terimi kullanılmaktadır. Çocuk ve gençlerde cinsiyet disforisine neden olan başlıca faktörler; erken çocukluk çağı travmaları, cinsel istismar geçmişi, ihmal, kötü muamele, ebeveyn yokluğu nedeniyle yanlış özdeşim kurma, otizm spektrum bozukluğu, uyum sorunları, anksiyete, depresif bozukluk vb. olarak sıralanabilir. Cinsel kimlik gelişim sürecinde yaşanılan olumsuz deneyimler de çocuklarda cinsiyet disforisine neden olabilmektedir. Cinsel kimlik gelişimi ise bir insanın dünyaya geldiği andan itibaren ergenlik döneminin bitimine kadar geçen süreyi kapsamaktadır. Bu süre zarfında çocuk cinsel kimliği üzerinde yaşanan olumsuz hadiseler cinsiyet ile cinsel kimlik arasında bir bağ kurulamamasına ve cinsiyet disforisi gelişimine neden olabilmektedir. Bu hassas dönemde yaşadıkları durumu anlamlandıramayan çocuk ve gençler, LGBT hareketinin trans çocuk anlatısına maruz kalmaları halinde transseksüel oldukları yanılgısına düşmektedir.
LGBT hareketinin ürettiği “trans çocuk” söylemi, cinsiyet disforisi yaşayan çocukların durumunu normalleştirerek rahatsızlığın çözümü için doğrudan tıbbi ve cerrahi müdahalenin yolunu açan bir araç olarak kullanılmaktadır. Geçmişte trans olarak yaşayan ancak daha sonra translıktan vazgeçenler (detranslar) üzerinde yapılan araştırmalar ise cinsiyet disforisinin geçici bir durum olduğunu ve rahatsızlığın temelinde ruhsal problemlerin bulunduğunu göstermektedir. Tıbbi ve/veya cerrahi müdahalelerle cinsiyet disforisi tedavisi gören detranslarla yapılan çalışmalarda, kişilerin translıktan vazgeçme sebepleri arasında öne çıkan etmenler; esas cinsiyete daha fazla uyum sağlamak (%60.0) ve cinsiyet disforisinin travma, istismar veya ruh sağlığı sorunlarından kaynaklandığını düşünmeye başlamak (%38.0) olarak belirlenmiştir. Çalışmada dikkat çeken bir diğer bulgu ise katılımcıların çoğunluğunun (%55.0), cinsiyet değiştirme sürecine başlamadan önce bir doktor veya ruh sağlığı uzmanı tarafından yeterli bir değerlendirmeden geçirilmediklerini ifade etmiş olmalarıdır. Transseksüellik üzerine yapılan çalışmalar aynı noktalara işaret etmektedir: çocuklarda görülen cinsiyet hoşnutsuzluğu şikayeti terapi ile büyük oranda tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Erken yaşta başlatılan cinsiyet değiştirme ameliyatları ise trans çocukları mevcut bunalımdan kurtarmadığı gibi var olan bunalımı daha da derinleştirerek çocukları intihar etmenin eşiğine getirmektedir.
Trans çocuk anlatısı, transseksüelliğin doğuştan gelen doğal bir durum olduğu ve bu nedenle tedavi edilemez olduğu yönündeki asılsız iddialara delil sunmak amacıyla da kullanılmaktadır. Söz konusu iddialara dayanak bulmak amacıyla üçüncü bir gen, diğer adıyla “trans geni” olduğuna dair argümanlar sunulmuş ancak bilim adamlarının araştırmaları neticesinde bu görüş kesin olarak çürütülmüştür. 2019 yılında Science dergisinde yayınlanan ve yaklaşık 500.000 kişinin genomlarına dayanan bulgulara göre genlerin cinsel davranışlar üzerinde herhangi bir etkisine rastlanmamıştır. Bu çalışma ile “trans geni” veya “eşcinsel geni” şeklinde üçüncü bir gene rastlanmadığı bilimsel olarak ispatlanmıştır. Ancak aleyhteki tüm verilere rağmen LGBT hareketi trans çocuk söyleminden vazgeçmemiştir. Bu tutumun nedenleri arasında transseksüelliğin doğuştan geldiği iddiasını desteklemek için küçük yaştaki çocuk beyanlarına ihtiyaç duyulması, çocukların manipülasyona en açık yaş grubunda olması, daha ikna edici sonuçlara ulaşmak adına cinsiyet değiştirme sürecinin ergenlik öncesi dönemde başlatılması gerekliliği, yapılan operasyonlar neticesinde yeni neslin hormon ilaçlarına bağımlı hale gelmesi ve bu sayede ilaç şirketlerinin ciddi karlar elde etmesi gösterilebilir.
İnsan beyninde düşünme, anlama gibi bilişsel işlevleri yöneten; davranışlarımıza ve karar verme süreçlerimize etki eden prefrontal korteksimiz gelişimini ergenlik döneminden sonraki birkaç yıl içinde ancak tamamlamaktadır. Toplumsal düzenlemeler de bu gerçeklik üzerine kuruludur ve bunun bir gereği olarak çocuklar yasalar çerçevesinde belirli sınırlamalara tabi tutulur. Örneğin çocukların oy kullanma hakları yoktur, imza yetkileri yoktur, alkol kullanamazlar, evlilik kararı alamazlar. Henüz bilişsel gelişimini tamamlamamış çocukların, cinsiyet değişimi gibi kritik bir konuda doğru kararlar alabilmeleri de mümkün değildir. Ancak LGBT hareketinin ürettiği trans çocuk söylemi, çocuk beyanını öncelemekte ve cinsiyet değiştirme kararına herhangi bir müdahaleyi kabul etmemektedir.
Bir çocuğun cinsiyet değiştirme isteği genellikle psikolojik faktörlere dayanırken çoğu durumda bu istek LGBT destekçisi yetişkinlerin manipülatif ifadelerinin etkisi altında, bilinçsizce alınan bir kararı da yansıtmaktadır. Mevcut düzen içerisinde çocuklar cinsel kimlik gelişimini doğru bir şekilde tamamlasalar dahi okul, sosyal çevre, yazılı ve görsel medyada maruz kaldıkları LGBT propagandasının etkisiyle cinsiyetleri hakkında sorgulamalara girebilmektedir. Batı dünyasında bu durum oldukça organize bir biçimde yönetilmekte ve eğitim kurumları aracılığıyla çocukların cinsiyet algıları şekillendirilmektedir. Cinsel eğitim adı altında henüz kreş çağındaki çocuklara cinsiyetin seçilebilir olduğu ve iki anneli, iki babalı ebeveyn modellerinin örnek olarak sunulduğu bilinmektedir. Kendilerini trans olarak ifade eden çocukların yaşam hikayelerine bakıldığında bu söylemi doğuran temel motivasyonun, LGBT hareketine mensup olan yetişkinlerin telkin çalışmaları olduğu görülmektedir. Küçük yaştaki çocukların trans olduklarını iddia etmeleri, bu sayede şöhret kazanmaları, onur yürüyüşlerinde maskot haline getirilmeleri, moda haftalarında defilelere çıkarılmaları, barlarda ve çeşitli eğlence mekanlarında çalıştırılmaları çocuk üzerinde ciddi bir istismarın varlığına işaret etmektedir. Nitekim medyada yer alan sözde trans çocukların hayat hikayeleri ve “kariyerleri” incelendiğinde, birden ortaya çıkan karşı cinsiyet beyanları, isim değişiklikleri, karşı cinse özgü giyinme (cross-dressing) ile başlayan süreç ve ardından gelen marka işbirlikleri, belgesel çekimleri, röportajlar vb. organizasyonlar amaçlanan şeyin bir çocuğun sağlığı ve mutluluğu olmadığına işaret etmektedir.
Bu noktada tekrar belirtmek gerekir ki cinsiyetine yabancılaşan bir çocuğun temel ihtiyacı, uygun bir terapist rehberliğinde sorunun kaynağına inilmesidir. Ancak LGBT hareketinin etkisi altında kalan ruh sağlığı uzmanları çocuklara uygun tedavi yöntemleri uygulamak konusunda çekimser davranmaktadır. Çocuklarına yardımcı olmak isteyen ebeveynlere durumu kabullenmekten başka bir yol olmadığı yönünde bilgilendirme yapılmaktadır. Bu süreçte yetişkinlerden gelen herhangi bir itiraz cümlesi, LGBT hareketi ve bağlı bulunan kuruluşlar tarafından transfobi suçlamasıyla bastırılmaktadır. Oysaki trans çocuk ifadesiyle akıllara gelen ve yanıt bekleyen pek çok soru ve sorun bulunmaktadır. Sekiz dokuz yaşlarında kadınsı kıyafetler giydirilen sözde trans erkek çocuklarının moda haftalarında defilelere çıkarılması, drag queen performansı sergilemesi, yetişkinlere özel eğlence mekanlarında dans ettirilmesi çocuğun hangi ihtiyacını karşılamaktadır? Gece yarılarına kadar eğlence mekanlarında çalıştırılan bir çocuk tam olarak hangi özgürlük hakkını kullanmaktadır? LGBT hareketinin savunduğu yaşam tarzı çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimine ne gibi bir katkıda bulunmaktadır? Cinsel kimliği zedelenen ve gerekli psikoterapi yöntemlerinden mahrum bırakılan bir çocuğu gelecekte nasıl bir hayat beklemektedir? Bugüne kadar yapılan araştırmalar ışığında transseksüelliğin, çocukların ruhsal ve fiziksel sağlığını tehdit eden, gelişim süreçlerini sekteye uğratan, beden bütünlüğünü geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip eden bir karar olduğunu söylemek mümkündür.
Yorumlar