Bilgilendirilmiş rıza/onam/onay, kendilerine bir müdahale uygulanacak olan kimselerin, müdahalenin uygulayıcılar tarafından kapsamlıca bilgilendirildikten sonra müdahale edilmesini kabul etmesidir. Bu bilgilendirmede yöntemin hangi çalışmalarla elde edildiği, çalışmalarda kimlerin denek olduğu, vaadedilen faydalari ve bunların olasılığı, ihtimal dahilindeki riskler ve bunların olasılığı, alternatif tedavi yöntemlerinin neler olduğu, bu alternatifler içinde neden söz konusu müdahalenin uygulama için seçildiği gerekçeleriyle açıklanmalıdır. Bununla beraber, müdahalenin kendisine uygulanacağı kişinin bu açıklamaları anlayıp değerlendirebilecek zihinsel olgunluğa sahip olması ve yasal olarak hukuki eylem gerçekleştirebilecek olmasi gerekir. Şayet kişi yasal olarak reşit değilse veli/vasi bu açıklamanın muhatabıdır. Reşit olmamakla birlikte anlayacak olgunlukta olan kişilere açıklama yapılır fakat onların rızası geçerli değildir. Ayrıca bilgilendirilmiş rıza gösterecek kimsenin zihinsel olgunluk ve hukuki eylem yapabilme özelliklerinin yanı sıra baskı altında olmadan hür iradesiyle karar vermesi gerekir.
Günümüzde transgenderizm akımına kapılan trans gençler, klinisyenlere karşı cinsiyet hormonları ve cinsiyet değiştirme ameliyatlarını şiddetle istediklerini ifade etmektedir. Ancak, hakemli bilimsel bir dergide (Cinsellik ve Aile Terapisi Dergisi) yayınlanan ve cinsiyet tıbbında bilgilendirilmiş rızayı* konu alan yakın tarihli bir makale, bu isteğin cinsiyet değişiminin sonuçlarını dikkatle değerlendirme kapasitesini temin etmediğini ifade etmektedir. Yazarlar, son yıllarda giderek artan sayıda ergen ve genç yetişkinin transseksüel olduğunu açıkladığını ve "cinsiyet değiştirici" müdahaleler istediğini gözlemlemektedir. Cinsiyet değiştirme yolunu oluşturan tıbbi ve cerrahi müdahaleler, bedeni gencin "istediği cinsiyete" uyacak şekilde değiştirmeyi amaçlamaktadır.
Bu müdahalelerin çok düşük kaliteli kanıtlara dayandığı ve genellikle geri döndürülemez olduğu iyi bilinmektedir. Kardiyovasküler hastalık, kanser ve kemik sağlık sorunları gibi tıbbi sorunların riskini artırabilir. Ayrıca, psikoterapi ile çözülebilecek bir ruh sağlığı bozukluğu yaşayan kişileri kalıcı olarak tıbbileştirme riski taşır. "Cinsiyet değişimi" önemli riskler taşıdığından, bu müdahaleleri gerçekleştirenler hastaların ve/veya bakıcılarının bilgilendirilmiş rıza formlarını imzalayarak potansiyel faydaların, risklerin ve alternatiflerin farkında olduklarını belirtmelerini istemektedir. Ancak cinsiyet tıbbında bilgilendirilmiş rıza alma süreci sıklıkla yüzeysel bir şekilde yürütülmekte ve bu tür bilgilendirilmiş rızaların hastaların çıkarlarına hizmet etmekten ziyade öncelikle klinisyenleri ve işverenlerini korumaya hizmet ettiğini görülmektedir. Yukarıda sözü edilen makalenin yazarları, bilgilendirilmiş rıza sürecinin üç tehlikesini şöyle tanımlamaktadır: (1) cinsiyet disforik (cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşayan) gençlerin kalitesiz değerlendirmeleri; (2) "cinsiyet değişikliği" sürecinde yer alan profesyonellerin hatalı varsayımları; ve (3) hastalara ve aile üyelerine verilen eksik ve yanlış bilgiler.
Temel sorunlardan biri, cinsiyet değişikliğini teşvik eden bakımın sağlanmasında yer alan hekimlerin, hastanın ayırıcı tanıyı içeren kapsamlı bir değerlendirme aldığı ve hastanın bireysel durumuna göre uyarlanmış bir dizi potansiyel çözüm sunulduğu varsayımıyla "cinsiyet uzmanlarının" tavsiyelerine güvenmesidir. Ne yazık ki, "cinsiyet uzmanları" kapsamlı bir değerlendirme yapmak yerine, kendi kişisel inançlarına göre gençlerdeki cinsiyet disforisini gidermek için tek yöntem olduğu iddia ettikleri cinsiyet değişimini hızla hayata geçirmektedir.
ABD'deki en önde gelen cinsiyet klinisyenlerinden bazıları, kalitesiz değerlendirmelerle ilgili sorunları vurgulayarak cinsiyet değişimi konusunda uzmanları uyarmıştır: Ruh sağlığı kurumu cinsiyet disforik çocukları ve 18 yaşın üzerindeki savunmasız genç yetişkinleri yüzüstü bırakmaktadır. Cinsiyet disforik gençlere yönelik değerlendirmelerin ideolojik olarak yönlendirilmesi, cinsiyet disforisinin başlamasına katkıda bulunan faktörlerin araştırılmaması ve kişisel durumları değerlendirilmeksizin isteyen herkes için cinsiyet değişimine onay verilmesi gibi basmakalıp yöntemler, ciddi etik ikilemler barındırmaktadır.
Makale yazarları, gençlerle çalışan birçok cinsiyet klinisyenin hastalarının basitçe "yanlış bedende doğduklarını" varsaymakla en büyük hatalardan birini işlediğini belirtmektedir. Onlara göre bu varsayım, klinisyenleri sağlam kanıtlara dayanmayan beden değiştirici müdahaleler önermenin getireceği etik ikilemlerle mücadele etmek zorunda kalmaktan "kurtarmaktadır". Fakat yüksek teknik özellikte cihazlarla yapılan beyin çalışmalarında, cinsiyet disforisinin kökenini belirlemeye yönelik sergilenen çok sayıda girişim sonuçsuz kalmıştır.
Birçok klinisyen ve araştırmacı, translığını beyan eden gençlerin sayısındaki dramatik artışın, çoğunlukla akran etkisi kaynaklı göründüğünü gözlemlemektedir. Yazarlar, gençlerin translık iddialarına katkıda bulunan bir faktör olarak sosyal etki ve sosyal bulaşmaya ilişkin araştırmaların henüz emekleme aşamasında olduğunu belirtmektedir. Yine de bu durum ciddi bir etik ikilemi gündeme getirmektedir: Klinisyenlerin gençlerde geçici olabilecek düşünceleri ele almak için kalıcı, ömür boyu sürecek sonuçları olan tedaviler sunma olasılığı çok gerçektir.
Hollanda Protokolü'nün sınırlılıkları açıklanmamıştır.
Günümüzde cinsiyet disforik gençlere hormonal ve cerrahi müdahalelerde bulunan çok az sayıda klinisyen, pediatrik cinsiyet değişimi uygulamasının tek bölgede yapılan kontrolsüz bir Hollanda deneyine dayandığının farkındadır (iki çalışma da belgelenmiştir) (Kontrolsüz deney; yapılan deneysel müdahalenin etkisini tam olarak görebilmeye imkan verecek deney koşullarının olmadığı çalışmalardır. Kontrollü deneylerde birbirine eş iki grup denek alınır, bu gruplardan birine deneysel müdahale uygulanırken diğerine uygulama yapılmaz. Ardından bu iki grup arasında fark olup olmadığı gözlemlenir). Yazarlar, bu deneyin sonuçlarının yanlış yorumlandığını ve Hollanda protokolünün kendisinin hiç vaatte bulunmadığı hastalara, üstelik deneycilerin kullandığı önemli güvenlik önlemleri olmaksızın uygulandığını ifade etmektedir. Başlangıçta ergenlik engelleyiciler, karşı cinsiyet hormonları ve göğüslerin, yumurtalıkların, rahimlerin ve testislerin alınmasını içeren transseksüel ameliyatlarını kapsayan Hollanda protokolü, ruh sağlığı sorunları olan veya transseksüelliği ergenlik sonrasında ortaya çıkan gençleri hariç tutmuştur. Büyük bir tezatlık olarak, bugün Hollanda protokolü, ergenlik sonrası cinsiyet disforisi başlangıcı olan gençlerin ciddi ruh sağlığı sorunları için bir çözüm olarak sunulmaktadır. Hollanda protokolü bu popülasyonu müdahalelerin yarardan çok zarar getireceği endişesiyle diskalifiye etmiştir.
Bununla birlikte, Hollanda protokolünün sonuçları protokolün amaçlandığı hastalar için, yani ergenlik döneminde yoğunlaşan erken çocukluk dönemi başlangıçlı cinsiyet disforisi olanlar için bile, yaygın olarak sunulandan çok daha az güvenilirdir. Hastalar 18 yaşına geldiğinde cinsiyet değiştirme ameliyatları ile sonuçlanan tedavi yolu, psikolojik işlevlerde yalnızca yüzeysel bir iyileşme getirmiştir. Bununla beraber, kontrol grubu olmadığı için, bu değişiklikleri müdahalenin mi yoksa ruh sağlığı desteği almanın mı veya sadece olgunlaşmak gibi başka bir faktörün mü oluşturduğunu belirlemek mümkün olmamıştır.
Protokolün en önemli sonucu olan cinsiyet disforisi skorundaki belirgin düşüş bile sorgulanmaktadır. Yazarların açıkladığı üzere, Hollandalı araştırmacılar tarafından kullanılan cinsiyet disforisi ölçeği, cinsiyet disforisinde tedaviyle ilişkili değişiklikleri tespit etmek üzere oluşturulmamıştır. Hollandalı klinisyenlerin ölçeği kullanması (özellikle de son ölçümde ölçeği kadından erkeğe ya da tam tersi şekilde "çevirmesi") en iyi ihtimalle nihai sonuçları gizlemiş, en kötü ihtimalle de sonuçları ciddi şekilde sağlıksız hale getirmiştir. Buna ek olarak, vajinoplasti (vajinanın yeniden yapılması, vajina estetiği ameliyatı) sonrası komplikasyonlardan kaynaklanan 1 ölüm, tedavi sırasında ciddi diyabet ve obezite geliştiren 3 hasta ve tedaviyi sonlandıran en az 1 denek de dahil olmak üzere olumsuz sonuçların Hollanda protokolünün uygulanmasıyla ilişkili olduğu gerçeği inkar edilmektedir. Ayrıca bilinmeyen nedenlerle çalışmadan ayrılan başka denekler de vardır. Hollanda protokolünün ilk aşamasını tekrarlamaya yönelik tek girişim, herhangi bir psikolojik iyileşme göstermede başarısız olmuş ve ameliyat sonrası 1,5 yılın ötesinde uzun vadeli sonuç yayınlanmamıştır.
Gençler için geçici bir heves olan translık daimi sanılmamalıdır.
Çok sayıda hasta ve ebeveyn, gençlerde transseksüelliğin geçici olduğunun farkında değildir. Cinsiyet kliniklerine çeşitli derecelerde cinsiyet sıkıntısı ile başvuran ergenlik öncesi çocuklarla yapılan 11 çalışmanın tümünde, çocukların çoğunun ergenlik döneminde veya olgun yetişkinliğe ulaşmadan önce doğuştan gelen fıtrî cinsiyetlerine yeniden uyum sağlandığı bulunmuştur.
Ergenlikten sonra cinsiyet disforisi yaşamaya başlayan gençlerde translıktan vazgeçme oranı, bu klinik tablonun yeniliği nedeniyle henüz bilinmemektedir; ancak ortaya çıkan kanıtlar bu oranın daha önce tahmin edilenden çok daha yüksek olduğunu göstermektedir. Cinsiyet değişikliğinden geri dönüş yapanların, yani transseksüellikten vazgeçenlerin (bu kişilere detrans denir) artan görünürlüğü, pişmanlığın ve kendi cinsiyetine dönmenin artık nadir görülen olaylar olmadığının altını çizmektedir. Bu nedenle, cinsiyet değiştirici müdahalelere maruz kalmak, potansiyel olarak geçici bir rahatsızlığın kalıcı olarak tıbbileştirilmesi riskini artırmaktadır.
Çok düşük kaliteli kanıtlara dayanan invaziv (kesi veya cihaz yoluyla hastanın bedeninin içine girme yöntemi kullanılması) ve genellikle geri dönüşü olmayan tedavinin sonuçları yeterince veya uygun şekilde açıklanmamaktadır.
Hormonal ve cerrahi müdahaleleri öneren ve uygulayan klinisyenler, cinsiyet değişiminin cinsiyet disforik gençler için en iyi tedavi olduğunu düşünseler de, düşünce ve kanıt farklı şeylerdir. Birkaç sistematik inceleme, pediatrik cinsiyet değişikliğine ilişkin tüm kanıtların çok düşük kalitede olduğunu ortaya koymuştur. Bu gerçek sıklıkla kabul edilmekle birlikte, anlamı nadiren açıklanmaktadır. "Düşük kalite" tanımı, çalışmada bildirilen faydaların son derece belirsiz olduğu ve gerçek dünyada hastalarda iddia edilen bu faydaların görülme olasılığının düşük olduğu anlamına gelir. Çalışma bulguları ile gerçek dünya arasındaki bu kopukluk, çalışmalar küçük olduğunda, zayıf çalışma tasarımları kullanıldığında ve uygun analiz teknikleri kullanılmadığında ortaya çıkar. Çoğu cinsiyet tıbbı çalışmaları bu sorunlara sahiptir.
Buna karşılık, "cinsiyet değiştirici" müdahalelerin risklerinin çoğu çok daha kalıcıdır; örneğin, ameliyatın riskleri veya ergenlik engelleyicileri takiben karşı cinsiyet hormonları kullanıldığında ortaya çıkan kısırlık riski (ergenlik engelleyici reçete edilen gençlerin %95’i karşı cinsiyet hormonları kullanmaktadır). Diğer riskler henüz bilinmemekle birlikte, kemik sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerden kardiyovasküler komplikasyonlara ve kansere kadar giderek artan bir sorun listesini içermektedir.
İntihar konusu uygun olmayan bir şekilde ele alınmaktadır.
Makale yazarları, hastaların ve ailelerin genellikle "Ölü bir oğul mu yoksa canlı bir kız mı istiyorsunuz?" sorusuyla tıbbi tedaviye yönlendirildiğini belirtmektedir. Bu çerçeveleme abartıdır ve intiharın sosyal olarak bulaşıcı doğası göz önünde bulundurulduğunda sorumsuzca bir yaklaşımdır. Son araştırmalar trans gençlerde intihar oranının 10 yıl içinde %0,03 olduğunu tahmin etmektedir. Bu oran ortalamadan yüksek olmakla birlikte, diğer ruh sağlığı sorunları olan gençlerde gözlenen oranla benzerdir. Ayrıca, cinsiyet değişimi, intihar riskine karşı uygun bir önlem değildir. Yazarlar, intihara meyilli cinsiyet disforik gençlerin kanıta dayalı intihar önleme protokollerine erişimi hak ettiklerini vurgulamakta ve bugüne kadar cinsiyet değişikliğinin uzun vadede intiharı önlediğinin görülmediğini hatırlatmaktadır.
Cinsiyet disforik gençlerle çalışan klinisyenlerin, cinsiyet değiştirme müdahalelerinin güvenliği ve etkinliği konusunda var olan önemli tartışmaların farkında olmaları gerekir. İsveç, Finlandiya, Fransa ve en son İngiltere, dünyanın önde gelen pediatrik cinsiyet kliniklerindeki son değişiklikleri takip etmelidirler. Bu ülkelerin rotayı tersine çevirme ve artık cinsiyet değişikliğini talep eden çoğu gence hemen önermeme kararları, yakın zamanda yapılan sistematik kanıt incelemelerine dayanarak alınmıştır. Klinisyenler, ulusal sağlık sistemleri tarafından yaptırılan her bağımsız kanıt incelemesinin, bu tür müdahalelerin gençler için faydalarının oldukça belirsiz olduğunu ve risk/fayda oranının çoğu genç için uygun olmadığını ortaya koyduğu gerçeği üzerinde düşünmelidir.
Kaynak: segm.org
Yorumlar