Cinsiyet Disforisi ve Ruh Sağlığı Arasındaki Bağlantı Azınlık Stresi Teorisi ile Açıklanabilir mi?

Cinsiyet disforisi yaşayan gençler üzerinde gerçekleştirilen araştırmalar, transgender anlatısının savunduğu azınlık stres teorisine meydan okuyor.
Cinsiyet Disforisi ve Ruh Sağlığı Arasındaki Bağlantı Azınlık Stresi Teorisi ile Açıklanabilir mi?


Cinsiyet disforisinden (cinsiyet hoşnutsuzluğundan) muzdarip bireylerin ruh sağlığı sorunlarının genel popülasyona kıyasla daha çok olduğu bilinen bir gerçektir. Transgender anlatısı, cinsiyet disforisi ve ruh hastalığı arasındaki bağlantıyı açıklamak için azınlık stres modeli teorisini kullanmaktadır. Cinsiyetinden hoşnutsuz olan gençler bazen zorbalık, ayrımcılık ve önyargı ile karşılaşmaktadır; bunları yaşamayanlar ise yaşadıklarına inandırılmaktadır. Azınlık stresi teorisine göre, bu olumsuz deneyimler cinsiyet disforisi yaşayan bireylerin daha kötü ruh sağlığına sahip olmalarının birincil nedenidir.

Ancak azınlık stresi teorisiyle çelişen iki gerçek vardır. Birinci olarak, kanıtlar ruh sağlığı sorunlarının genellikle cinsiyetle ilgili endişelerinin başlamasından önce geldiğini göstermektedir. İkinci olarak, uzun vadeli çalışmalar cinsiyet değişimini teşvik eden "cinsiyet olumlayıcı" (hormonal ve cerrahi) müdahalelerin ruh sağlığı üzerinde kalıcı yararlar sağladığını göstermemiştir. 

Cinsiyet disforisi ve diğer rahatsızlık ve ruh hastalıklarının bir arada ortaya çıkmasına yönelik alternatif bir açıklama, her ikisinin de biyolojik, ilişkisel ve kültürel faktörlerin karmaşık bir etkileşimi sonucunda ortaya çıkıyor olmasıdır. Avustralyalı bir araştırmacı ekibi tarafından yürütülen bir çalışma, bu karmaşık ilişkinin erken dönem ilişkisel deneyimlerle ilgili yönünü araştırmıştır. Araştırmacılar, cinsiyet disforik gençlerin çocukluk çağındaki bağlanma modellerini ve çözülmemiş travmalarını/kayıplarını incelemiş ve bunları diğer psikiyatrik bozuklukları olan ancak cinsiyet disforisi olmayan aynı yaş ve cinsiyetteki gençlerle ve sağlıklı kontrollerle karşılaştırmıştır.

Bu çalışma, cinsiyet disforisi olan gençlerin, ebeveynlerine riskli bağlanma modelleri ve yüksek oranda çözülmemiş travma/kayıp ile karakterize çocuklukları olduğunu bulmuştur. Ayrıca, cinsiyet disforisi olan gençler diğer psikiyatrik bozukluklar için sevk edilen ancak cinsiyet disforisi olmayan gençlerle karşılaştırıldığında, her iki grubun da benzer şekilde yüksek oranda çözülmemiş travma/kayıp ve risk altındaki bağlanma modelleri olduğu görülmüştür. 

Cinsiyet disforisi olan gençlerin maruz kaldığı yanlış uygulamaların olumsuz etkileri tartışılmaz olsa da, bu çalışmanın sonuçları cinsiyet disforik gençlerde yüksek ruhsal hastalık oranları için birincil açıklayıcı model olarak azınlık stresinin rolüne meydan okumaktadır. Bulgular, olumsuz çocukluk geçmişinin ve zayıf bağların, genç bir kişiyi cinsiyet disforisinin yanı sıra diğer psikiyatrik hastalık ve sıkıntı semptomlarının başlangıcına yatkın hale getirebileceğini göstermektedir. Bu da cinsiyet disforisi olan gençler için uygulanacak ilk “tedavinin” cinsiyet değiştirmek (sosyal ve tıbbi) olduğu yanılgısına daha da şiddetle meydan okumaktadır. Çalışma bulguları, uzun vadeli sağlık sonuçlarına öncelik veren tedavi yollarını belirlemek amacıyla, çocukların ve ergenlerin cinsiyet disforisine ilişkin klinik sunumlarının daha incelikle ve derinlemesine araştırılması gerektiğini göstermektedir.

Kaynak: segm.org (17.03.2021)

22 Nisan 2024

Bu Konu Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?

Yorumlarınız Anonim Olarak Yayınlanmaktadır.