Araştırma: Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Hakkındaki Söylemlerin Bilimsel Temeli
The New Atlantis dergisinde yayınlanan önemli bir rapor, medyanın cinsel meyil ve cinsiyet konusunda öne sürdüğü başlıca anlatılara meydan okuyor.
Ruh sağlığı ve cinsellik konusunda ABD'nin önde gelen iki akademisyeni tarafından ortaklaşa kaleme alınan 143 sayfalık rapor; biyoloji, psikoloji ve sosyal bilimler alanında 200'den fazla hakemli çalışmayı ele alarak, bilimsel araştırmaların cinsellik ve cinsiyet hakkında ne gösterdiğini ve ne göstermediğini titizlikle belgeliyor.
Derginin editörünün de açıkladığı gibi, bu makalenin en önemli çıkarımı, "cinsellik ve cinsiyet hakkında en sık duyulan iddiaların bilimsel kanıtlarla desteklenmediği." gerçeğidir. İşte raporun en önemli sonuçlarından dördü:
- Cinsel meylin doğuştan gelen, biyolojik olarak sabit bir insan özelliği olduğu (insanların bu şekilde doğduğu) iddiası bilimsel kanıtlarla desteklenmemektedir.
- Benzer şekilde, "cinsiyet kimliğinin" biyolojik cinsiyetten bağımsız, doğuştan gelen, sabit bir insan özelliği olduğu iddiası - yani bir kişinin 'kadın bedenine hapsolmuş bir erkek' veya 'erkek bedenine hapsolmuş bir kadın' olabileceği - iddiası bilimsel kanıtlarla desteklenmemektedir.
- Cinsiyete karşı atipik düşünce veya davranış sergileyen çocukların yalnızca küçük bir kısmı ergenlik veya yetişkinlik dönemlerinde bunu sürdürmeye devam edecektir. Bu tür çocukların transseksüel olmaya (cinsiyetine müdahale edip karşı cinsiyete benzemeye) teşvik edilmesi, hormon tedavisine veya transseksüel ameliyatlarına tabi tutulması gerektiğine dair hiçbir kanıt yoktur.
- Heteroseksüel olmayanlar ve transseksüeller, genel nüfusa kıyasla daha yüksek oranda ruh sağlığı sorunlarıyla (intihar düşüncesi, yeme bozukluğu, anksiyete ve depresif bozukluk vb.) ve davranışsal ve sosyal sorunlarla (madde bağımlılığı, yakın partner şiddeti) mücadele etmektedir. Bu insanların yaşadığı "ayrımcılık", bu oranlar arasındaki eşitsizliği tek başına açıklayamamaktadır.
"Cinsellik ve Cinsiyet: Biyolojik, Psikolojik ve Sosyal Bilimlerden Bulgular" başlıklı bu raporun yazarları Dr. Lawrence Mayer ve Dr. Paul McHugh'dur. Mayer, Johns Hopkins Üniversitesi Psikiyatri Bölümü'nde misafir öğretim üyesi ve Arizona Eyalet Üniversitesi'nde istatistik ve biyoistatistik profesörüdür. The New Atlantis'in editörünün "son yarım yüzyılın tartışmasız en önemli Amerikalı psikiyatristi" olarak tanımladığı McHugh ise, Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde psikiyatri ve davranış bilimleri profesörüdür ve 25 yıl boyunca Johns Hopkins Hastanesinde baş psikiyatrist olarak görev yapmıştır. Baş psikiyatrist olarak görev yaptığı dönemde başlatılan bir çalışmada doktorlar ve hastaların uzun süredir beklediği faydaları alamadığını ortaya koymasının ardından cinsiyet değiştirme ameliyatlarına son vermiştir.
Politika için Çıkarımlar
Rapor sadece bilimsel araştırmaların ne gösterip ne göstermediğine odaklanmaktadır. Ancak bu araştırmanın kamu politikası üzerinde etkileri olabilir.
Rapor, "karşı cinse özenen çocukların yalnızca küçük bir kısmının ergenlik veya yetişkinlik dönemlerinde de bunu sürdürdüğünü" gösteren titiz araştırmaları incelemektedir. Örneğin, okullardaki transseksüel politikalarına ilişkin son tartışmaları ele alalım. Raporda bilimin, cinsiyet ideolojisinin ürettiği bir terim olan "cinsiyet kimliğinin" biyolojik cinsiyetten bağımsız sabit bir özellik olduğu iddiasını desteklemediği, bunun yerine biyolojik, çevresel ve deneyimsel faktörlerden oluşan bir kombinasyonun bireylerin cinsiyet ifadelerini şekillendirdiği fikrini desteklediği belgelenmektedir.
Rapor aynı zamanda nöroplastisite gerçeğini de tartışmaktadır: yani hepimizin beyni, davranışlarımıza ve deneyimlerimize yanıt olarak hayatımız boyunca (özellikle çocuklukta olmakla beraber yetişkinlikte de) değişebilir ve değişmektedir. Beyindeki bu değişiklikler de gelecekteki davranışları etkileyebilir. Bu durum, Obama yönetiminin son dönemdeki transseksüel okul politikalarına ilişkin endişelerimizi daha da arttırmıştır. Gizlilik ve güvenlik endişelerinin ötesinde bu tür politikaların, bir zaman sonra doğal olarak transseksüellikten vazgeçecek olan öğrencilerin uzun süre transseksüel iddialarına devam etmesine yol açma potansiyeli bulunmaktadır.
Rapor, "karşı cinse özenen çocukların yalnızca küçük bir kısmının ergenlik veya yetişkinlik dönemlerinde de bunu sürdürdüğünü" gösteren titiz araştırmaları incelemektedir. Politika yapıcılar, yanlış yönlendirilmiş eğitim politikalarının öğrencileri erkek oldukları halde kız oldukları veya kız oldukları halde erkek oldukları yanılgısına teşvik edecek uzun süreli sorunlara yol açabileceği konusunda endişe duymalıdır. Raporda da belirtildiği üzere, "Cinsiyetlere karşı atipik düşünce veya davranışlar sergileyen çocukların transseksüel olmaya teşvik edilmesi gerektiğine dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır."
Rapor, okul politikalarının ötesinde, çocuklara önerilen tıbbi müdahaleye ilişkin endişeleri de gündeme getirmektedir. Mayer ve McHugh şöyle yazmıştır: "Çocuklara yönelik olarak kamuoyunda tartışılan ve uygulanan tıbbi müdahalelerin ciddiyeti ve geri döndürülemezliği bizi rahatsız etmekte ve alarma geçirmektedir. Devamında şöyle eklemişlerdir: "Cinsiyet karmaşası yaşayan çocukları, tıbbi ve ardından cerrahi prosedürler yoluyla tercih ettikleri cinsiyete geçmeye teşvik etme yönündeki artan eğilimden endişe duyuyoruz." Ancak belirttikleri gibi, "Ergenliği geciktiren veya ergenlerin ikincil cinsiyet özelliklerini (üremeyle doğrudan ilgisi olmayan özellikler; erkeklerde ses kalınlaşması, kızlarda göğüslerin büyümesi gibi) değiştiren müdahalelerin terapötik değerine ilişkin çok az bilimsel kanıt vardır." Üstelik ergenlik engelleyici ilaçların kemik mineral yoğunluğunda azalma, kemiklerde kırılma riski, bilişsel işlevde azalma, IQ performansında düşüş ve diğer olumsuz etkiler gibi kanıtlanmış yan etkileri bulunmaktadır.
Trans Sorunlarına İlişkin Bulgular
Aynı durum genel olarak sosyal veya cerrahi cinsiyet değişimleri için de geçerlidir. Mayer ve McHugh, "özetlenen bilimsel kanıtların, cinsiyet değiştirme prosedürlerinin beklenen faydaları sağladığı veya transseksüel nüfus arasında yüksek ruh sağlığı risklerine katkıda bulunan asıl sorunları çözdüğü iddiasına şüpheci bir bakış açısıyla yaklaşmamızı” önermektedir. Cinsiyet değiştirme ameliyatından sonra bile, cinsiyet disforisi (cinsiyetinden hoşnut olmama durumu) yaşayan hastalar hala kötü sonuçlara sahip olmaktadır. Genel nüfusla karşılaştırıldığında, cinsiyet değiştirme ameliyatı geçiren yetişkinlerin kötü ruh sağlığı sonuçları yaşama riski daha yüksektir. Bir çalışmada, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, cinsiyet değiştiren bireylerin intihara teşebbüs etme olasılığının yaklaşık 5 kat ve intihar sonucu ölme olasılığının yaklaşık 19 kat daha fazla olduğu bulunmuştur.
Mayer ve McHugh, araştırmacıları ve doktorları "translar arasındaki yüksek intihar oranlarına ve diğer psikolojik ve davranışsal sağlık sorunlarına katkıda bulunabilecek faktörleri daha iyi anlamaya, mevcut tedavi seçenekleri hakkında daha net düşünmeye" çağırmış ve sözlerine şöyle devam etmiştir: "Bilimsel literatürü gözden geçirdiğimizde, bazı bireylerin cinsiyetleriyle uyuşmadığını iddia etmelerine neden olan biyolojik açıklamalara baktığımızda hiçbir şeyin iyi anlaşılmadığını görüyoruz... Bizim hem kötü ruh sağlığı sonuçlarının oranlarını düşürmeye yardımcı olabileceğimiz yolları belirlemek hem de bu alanda mevcut nüanslar hakkında daha bilinçli tartışmaları mümkün kılmak için daha iyi araştırmalara ihtiyacımız var."
Politika yapıcılar bu bulguları çok ciddiye almalıdır. Örneğin, Obama yönetimi kısa bir süre önce, sigorta programı olan Obamacare kapsamındaki tüm sağlık sigortası planlarının cinsiyet değiştirme uygulamalarını kapsamasını ve tüm doktorların bu uygulamaları gerçekleştirmesini gerektiren yeni bir Sağlık ve İnsani Hizmetler Bakanlığı yönetmeliğine son şeklini vermiştir. Bu düzenlemeler birçok doktoru, hastaneyi ve diğer sağlık kurumlarını, ahlaki ve dini inançlarına veya en iyi tıbbi yargılarına aykırı olsa bile cinsiyet değiştirme ameliyatlarına ve uygulamalarına katılmaya zorlayacaktır.
Yönetmelikler, hassas ve tartışmalı olan sağlık konularında görüş çeşitliliğine saygı duymak yerine, oldukça tartışmalı ve bilimsel olarak da desteklenmeyen bir görüşü onaylamakta ve uygulamaktadır. Mayer ve McHugh'un da vurguladığı gibi daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır ve hekimler en uygun tıbbi müdahaleyi yapmakta özgür olmalıdır.
Damgalama ve Önyargı Trajik İntihar İstatistiklerini Açıklamıyor
Rapor ayrıca LGBT topluluğunun "depresyon, anksiyete, madde bağımlılığı ve (en endişe verici olanı) intihar" gibi olumsuz fiziksel ve ruhsal sağlık sonuçlarında daha yüksek risklerle karşı karşıya olduğunu vurgulamaktadır. Rapor bu bulgulardan bazılarını özetlemektedir:
- Heteroseksüel olmayan nüfusun, heteroseksüel nüfusa göre anksiyete bozuklukları yaşama riskinin yaklaşık 1,5 kat daha fazla olduğu, ayrıca depresyon riskinin yaklaşık iki kat, madde bağımlılığı riskinin 1,5 kat ve intihar riskinin yaklaşık 2,5 kat olduğu tahmin edilmektedir.
- Trans nüfus, trans olmayan nüfusa kıyasla çeşitli ruh sağlığı sorunları açısından da yüksek risk altındadır. Özellikle yaşam boyu intihar girişiminde bulunma oranı ABD genel nüfusunun tüm yaş gruplarında yüzde 5'in altındayken, bu oran translarda yüzde 41 olarak tahmin edilmektedir.
Bu trajik sonuçlar bize ne açıklıyor? Mayer ve McHugh, "damgalama ve önyargı gibi stres faktörlerinin bu alt popülasyonlarda gözlemlenen sorunların çoğunu açıkladığını öne süren bir teori olan "sosyal stres modeli "ni araştırıyor. Ve bu iki araştırmacı, teoride verilen kanıtların kendi buldukları sonuçlarında çıkan eşitsizlikler için tam bir açıklama sunmadığını söylüyor. Görünen o ki, sosyal damgalanma ve stres tek başına LGBT'lilerin karşılaştığı kötü fiziksel ve ruhsal sağlık sonuçlarını açıklayamıyor.
Mayer ve McHugh, raporun sonunda "LGBT alt popülasyonlarında artan olumsuz ruh sağlığı oranlarının sebeplerini ortaya çıkarmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu" sonucuna varıyor ve hepimizi insan sağlığını ve gelişimini desteklemek için çalışmaya çağırıyorlar.
Son olarak rapor, bilimsel kanıtların cinsel meyil konusunda insanların "bu şekilde doğdukları" iddiasını desteklemediğini; biyolojik, çevresel ve deneyimsel faktörlerin bir bireyin cinsel arzularını ve cinsiyetine dair düşüncelerini etkilediğini ve insanların cinsiyetleri hakkında ikna edici nedensel biyolojik açıklamalar olmadığını belirtiyor.
Araştırmalar devam ederken, kamu politikasının bilimsel tartışmaların bittiğini ilan etmemesi veya tartışmalı haldeki bilimsel teorileri yasal olarak uygulamak ve dayatmak için acele etmemesi önemlidir. Mayer ve McHugh'un da belirttiği gibi, "Herkes -bilim insanları ve doktorlar, ebeveynler ve öğretmenler, kanun yapıcılar ve aktivistler- cinsel meyil ve cinsiyet hakkında doğru bilgiye erişmeyi hak ediyor."
Kaynak: Ryan T. Anderson, The Daily Signal
30 Kasım 2023
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK İÇERİKLER
Bu Konu Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?