Eşcinsel Çekim Nasıl Oluşur?

Cinsel meyilde biyolojik, çevresel ve sosyokültürel etkiler de dahil olmak üzere birçok farklı faktör etkilidir.
Eşcinsel Çekim Nasıl Oluşur?


Dr. Julie Hamilton, 6 yıl boyunca Palm Beach Üniversitesi'nde psikoloji dersleri vermiş, Amerikan Evlilik ve Aile Terapisi Derneği'nin ve Ulusal Eşcinsellik Çalışmaları ve Terapisi Derneği'nin başkanlığını yapmıştır. Özel muayenehanesinde çalışmaya devam eden, aile ve evlilik konularında sertifikalı bir uzmandır. "Homoseksüelliğe Giriş" (Homosexuality 101) başlıklı dersinde Dr. Hamilton, Amerikan kültüründe eşcinsellik konusunu ele alan mitlerden ve bilimsel araştırmalar yoluyla bilinen gerçeklerden bahsetmektedir. Erkeklerde ve kızlarda hemcinsine karşı çekim duygusunun gelişmesine katkıda bulunan en tipik faktörleri vurgulamakta ve istenmeyen cinsel yönelimi değiştirme olasılığından söz etmektedir. 

Eşcinsel yönelimin oluşmasında birçok farklı faktörün etkisi bulunuyor.

Eşcinsellik Doğuştan mı Gelir Yoksa Bir Seçim midir?

İkisi de değil. Kültürümüzde eşcinsellik hakkında çok fazla yanlış bilgi var. Duyduğumuz efsaneler doğru değil. Pek çok kişi eşcinselliğin tamamen biyolojik olduğuna ve bu nedenle de değişmez olduğuna inanmakta. Ancak, insanlar eşcinsel olarak doğmazlar, bu sadece kültürel olarak aktif şekilde teşvik edilen bir efsanedir. 90'lı yıllarda, "Eşcinsel Hakları Hareketi"ne katkıda bulunabileceği düşünüldüğü için eşcinselliğin biyolojik temelini kanıtlamaya yönelik muazzam bir çaba vardı ve bu nedenle yoğun araştırmalar yapıldı, ancak hiç kimse bunun biyolojiden kaynaklandığı sonucuna varamadı. 

Dean Hamer bir gen çalışması yürüttü ve basın hemen bir eşcinsel geni bulunduğunu duyurdu, ancak araştırmacının kendisi bunu asla söylemedi. Kimse Hamer'in araştırmasını tekrarlayamadı ve bu nedenle bulgular geri çekildi. Scientific American adlı bilim dergisi, kendisine ulaşarak eşcinselliğin yalnızca biyolojiye dayanıp dayanmadığını sorduğunda, Hamer "Kesinlikle hayır. Cinsel meyildeki değişkenlerin yarısından fazlasının kalıtsal olmadığını zaten biliyoruz ... Biyolojik, çevresel ve sosyokültürel etkiler de dahil olmak üzere birçok farklı faktör etkilidir." dedi. 

Beyin araştırmacısı Simon LeVay de aynı şeyi söyledi ve biyoloji lehine herhangi bir kanıt sunamadığını itiraf etti: "Eşcinsellerin bu şekilde doğduğunu kanıtlamadığımı vurgulamak önemli, insanlar çalışmalarımı yorumlarken en çok bu hataya düşüyorlar. Ayrıca beyinde bir eşcinsel merkezi de bulmadım." 

Avustralya'da 40 bin çift hakkında bilgi içeren ikiz kardeş kayıtlarını inceleyen bir çalışma, tek yumurta ikizlerinden birinin eşcinsel olması halinde, vakaların en fazla yaklaşık yüzde 20'sinde diğer ikizin de eşcinsel olduğunu ortaya koymuştur. Eğer eşcinsellik biyolojiden kaynaklansaydı, aynı biyolojik yapıya sahip olan tek yumurta ikizlerinde çok daha büyük bir yüzde görmemiz gerekirdi. 

Eşcinsel çekimin biyolojik bir nedenini bulduğunu söyleyen tek bir araştırmacı bile yok. Çoğu araştırmacı, eşcinsel çekimin aşağıdaki formülle ifade edilebilecek çevresel faktörlerin bir kombinasyonu ile ilişkili olduğunu söylüyor:

Ebeveynlerle ilişki + Akranlarla ilişki + Farklı etkinlikler = Çevresel Faktörler

               Genler + Nöral yapı + İntrauterin hormonlar = Mizaç

                                        Çevresel Faktörler + Mizaç = Eşcinsel Çekim

Ana akım psikolojide bilimsel tonu her zaman takip etmeyen en etkili psikiyatrik kuruluşlardan biri olan Amerikan Psikoloji Derneği (APA) bile, eşcinsel çekimin nedenlerinin çoğunlukla biyolojiden kaynaklandığını savunduğu 1998'deki pozisyonunu değiştirdi.

Bu bilginin yaygınlaştırılması çok önemlidir, çünkü eşcinselliğin önceden belirlenmiş olduğu yalanı yıkıcı sonuçlar getirir. Eşcinsel dürtüler hisseden çok sayıda birey ne dürtülerini hayata geçirmek ne de onlara sahip olmak ister, ancak kültür onlara şöyle söyler: "Bu senin özün; bunu kabul et. Sen böyle doğdun, bu konuda bir şey yapılamaz." Bu yalan da yoğun bir kendinden nefret duygusuna ve intihar düşüncesine yol açar. 

Bunun yanı sıra, eşcinseller arasında depresyon, intihar ve uyuşturucu bağımlılığı da çok daha yüksek oranlarda görülür. Bunu toplumun onları kabul etmemesiyle gerekçelendirirler, ancak bu da yanlıştır. Eşcinselliğin uzun süredir norm olduğu ve kabul gördüğü Danimarka, Hollanda, Yeni Zelanda, Finlandiya veya İsveç gibi ülkelerin istatistiklerini kontrol ettiğimizde bahsi geçen psikolojik rahatsızlıkların eşcinseller arasında yine yüksek oranlarda olduğunu görürüz. 

Uzmanlar, eşcinselliğin doğuştan gelen bir durum olmadığının altını çiziyor.

Bir Kişinin Hemcinsine İlgi Duymasına Ne Yol Açar?

Çevresel faktörler arasında cinsel istismar veya diğer travmatik olaylara maruz kalma gibi faktörler yer alsa da, hemcinse duyulan ilginin en yaygın nedeni cinsiyet kimliği gelişimi ihlalidir. Cinsiyet kimliği gelişiminin ihmal edilmesi, vakaların %80'inde eşcinsel meyille sonuçlanır. Cinsiyet kimliği, çocuğun hemcinsi olan ebeveyni ve akranları ile ilişkisi yoluyla oluşur. 

Başlangıçta bebekler kendilerini anneleriyle bir bütün olarak algılarlar, ancak yaklaşık iki-dört yaş arasında cinsiyeti tanıma süreçleri başlar. Gelişimin bu aşamasında, erkek çocuğun annesiyle olan bütünlüğünden ayrılması ve babasıyla daha derin bir bağ kurması gerekir, çünkü erkek olmanın ne anlama geldiğini onunla olan ilişkisi sayesinde öğrenir. Çocuk kendine sorar: Erkekler nasıl davranır? Nasıl yaşarlar? Ne yaparlar? Baba da bu soruları oğluyla olan ilişkisi aracılığıyla yanıtlar. Bunu onunla zaman geçirerek, ona ve faaliyetlerine ilgi göstererek ve fiziksel temas yoluyla yapar. Kucaklaşmak ya da el ele tutuşmak gibi sevgi dolu bir temas önemli olduğu kadar, güreşmek ya da sert oyunlar oynamak gibi yaramaz temaslar da önemlidir. Bu fiziksel iletişim sayesinde, çocuk cesur bedenine ve kendi erkekliğine dair bir his geliştirmeye başlar.

Çocuk yaklaşık 6 yaşında okula gitmeye başladığında yeni bir aşama başlar: Artık çocuk, daha önce babasında aradığı aynı soruların cevapları için akranlarına bakar. Diğer çocuklar tarafından kabul edilmek ve tanınmak ister. Onlarla kurduğu ilişki sayesinde erkeklik duygusunu geliştirmeye devam eder, diğer erkek çocuklar ve dolayısıyla kendisi hakkında daha fazla şey keşfeder. 

İlkokulun ilk yıllarında çocuklar genellikle karşı cinsle oynamaktan hoşlanmazlar. Kendi cinsiyetleriyle vakit geçirmeyi tercih ederler. Bu doğal ve gerekli bir gelişim aşamasıdır, çünkü kişi kendi cinsiyetini anlayana kadar karşı cinse ilgi duyamaz. Sonunda, kendi cinsiyetinin temsilcileriyle uzun yıllar iletişim kurduktan sonra, çocuk ergenliğe ulaşır ve artık karşı cinse merak ve ilgi göstermeye başlar. Cinsel ihtiyaçların ortaya çıkmasıyla birlikte bu merak cinsel ilgiye ve karşı cinsle romantik bir ilişki arzusuna dönüşür. 

Cinsiyet kimliği gelişiminde yaşanan olumsuzluklar, cinsel yönelimi de olumsuz etkileyebiliyor.

Eşcinsel Dürtü Geliştiren Bir Erkek Çocuk için Bu Süreç Genellikle Tam Tersi Yönde İlerler

Çocuğun annesinden başarılı bir şekilde ayrılamamış ve babasına bağlanması bir şekilde engellenmiştir. Baba figürü çocuk için erişilebilir olmayabilir veya çocuk babasını erişilebilir veya güvenilir olarak algılamamış olabilir. Algı her şeydir. Yaşadıklarımızdan ziyade, bizim onları nasıl algıladığımız önemlidir. Bu nedenle, mesele her zaman babanın yokluğu değildir. Çocuk bir nedenden dolayı babasının hayatında yer etmediğini veya onunla bağ kuramayacağını düşünebilir, böyle bir algıya kapılabilir. Algı, mizacımızdan etkilenir ve biyolojinin küçük de olsa bir rol oynayabileceği yer burasıdır. Daha hassas bir mizaca sahip bir çocuk, gerçek olmadığı halde reddedildiği algısına kapılıp babasının kendisiyle ilişki kurmak istemediğini düşünebilir. Örneğin, bir babanın oğluna bağırması iki yaşındaki bir çocuk için çok korkutucu görünür; bu nedenle çocuk annesiyle olan birlikteliğinin rahatlığını bırakıp tehditkar ve çığlık atan bir canavar olarak gördüğü adama bağlanmak istemez. 

Hassas bir mizacın tek başına bir kişiyi eşcinsel yapmayacağı unutulmamalıdır. Ayrıca babanın kendisi kadar babalık figürü, yani çocuğun özdeşleşebileceği bir erkek de çocuğun cinsiyet kimliğinin gelişiminde önemlidir. Babasız büyüyen erkek çocuklar için bir eğitmen, öğretmen, amca, dede ve hatta bir komşu bile böyle bir figür olarak hizmet edebilir.

Dolayısıyla, erkek çocuk babasının kendisiyle bağ kurmak istemediğini hissederse, sonunda ona yakınlaşmaya çalışmayı bırakır. Bunun için "koruyucu yabancılaşma" diye bir terim vardır. Çocuk sanki bir duvar örer ve şöyle der: "Tamam, eğer senin bana ihtiyacın yoksa, benim de sana ihtiyacım yok." Ve içsel olarak babayı ve babanın temsil ettiği her şeyi, yani erkekliği reddeder. Bunun yerine, annesine bağlı kalır ve kadınsılığı özümser. Aynı zamanda derinlerde bir yerde, erkek sevgisini ve erkek cinsiyetiyle bağlantıyı özler. Genellikle böyle bir erkek çocuk, akran erkek çocuklarla eşit olması ve onlarla ilişki kurması gereken bir sonraki gelişim aşamasında zorluklar yaşar. Ya daha aşina olduğu kadınlarla daha rahattır ya da diğer erkeklerden korkar. Birtakım kadınsı tavırlar geliştirmişse, akranları onu yabancılaştırabilir ve hatta ona lakaplar takabilir. Böylece, ilkokul boyunca kızlarla temasını sürdürür, ancak aynı zamanda erkekler tarafından görülmeye, kabul edilmeye ve tanınmaya heveslidir. Erkeklerle yakınlaşmanın gerekli olduğu bu gelişim aşamasında, ana bilgi kaynağı olan kadınların dünyasına yaklaşır. Ergenliğe ulaştıktan sonra ise kadınlara karşı romantik bir çekim duymayacaktır; onlar artık kız kardeşleri gibidir, onun için ilginç değildirler, onlar hakkında her şeyi zaten biliyordur. Onun için gizemli bir haleyle örtülü olan ve hâlâ özlemini çektiği şey erkeklerle bir bağ kurmaktır. Ergenleştikçe, kendi cinsiyle yakın bir ilişki kurmaya yönelik karşılanmamış duygusal ihtiyacı cinsel bir anlam kazanmaya başlar. Böyle bir çocuk yanlışlıkla bu şekilde doğduğunu düşünür, çünkü tüm bilinçli yaşamı boyunca kendisini erkek sevgisi ararken hatırlar. Bu sevgiyi her zaman aradığı doğrudur, ancak başlangıçta bu cinsel bir istek değil, sonrasında cinsel bir çekime dönüşen duygusal bir tanınma ve onaylanma ihtiyacıdır. 

Ergenlik çağında aniden kendilerini erkeklere ilgi duyarken bulan pek çok kişi bunun kendileri için yıkıcı bir darbe olduğunu söyleyecektir. Pek çok insan kendi cinsine ilgi duymak istemez, ancak ihtiyaçları karşılanmadığı için içlerindeki boşluğu bu şekilde doldururlar. Bu nedenle onları suçlamamak önemlidir: "Bu sizin seçiminiz, bu duyguları siz kendiniz seçtiniz." dediğinizde güvenlerini kaybedersiniz çünkü bu onların deneyimlerine aykırıdır; onlar bunu kendilerinin seçmediğini içten içe çok iyi bilirler. Bu türden teşvikler o kişinin travma ve yaralarını sarmaktan ziyade aslında olmadığı ve olmak istemeyeceği eşcinsel meyle daha da ikna eder. Kişi, günün sonunda yine anlaşılmaktan uzaktır. Kendini ideolojik bir teşvikin öznesi olarak bulur. 

Erkek eşcinselliğinin oluşumunda baba figürünün yoksunluğu önemli bir rol oynuyor.

Kadın Eşcinselliği Nasıl Gelişir?

Bazı kadınlar için eşcinsel çekimin gelişimi yukarıda açıklanan erkek gelişimine benzer. Babayla ve diğer erkek çocuklarla ilişki kurarken, kızlarla ilişki kuramazlar ve kendi cinsiyetleriyle iletişim kurma ihtiyacı tatmin edilmemiş olarak kalır. Bazı kızlar için lezbiyenlik, daha önce oluşan boşluğu dolduran bir tür anne sevgisi arayışıdır. Bazı kızların da kadınlık algıları, yaşadıkları deneyimler nedeniyle çarpıtılmış olabilir. Belki de babalarının annelerini dövdüğünü ya da aşağıladığını görmüşler ve kadınsı olmanın zayıf olmak ya da kurban olmak anlamına geldiği sonucuna varmışlardır. Bu yüzden de kadınsı kimliklerinden uzaklaşmışlardır, çünkü bu kimlik onların gözünde istenmeyen ve olumsuz bir kimlik olarak algılanmaktadır. 

Kendileri de acı çekmiş olabilirler. Bu durum ergenlik döneminde bile yaşanabilir. Örneğin tecavüz ya da cinsel istismar gibi olumsuz deneyimler, kadınlıklarından uzaklaşmalarına ya da erkeklerden uzak durmalarına neden olabilir. 

Şimdilerde lise ve üniversitelerde biseksüel olduğunu söylemek gençler arasında moda haline geldi ve bazı kızlar "havalı olmak" adına bu modaya göre hareket ediyor. Toplumda dolaşan yanlış bilgilerin etkisiyle bazı gençler hemcinsleriyle cinsellik yaşıyor ve bu bir yaşam biçimi haline geliyor; çünkü deneyimler iştah ve arzular yaratıyor. 

Kadınlar için bir diğer faktör de "duygusal bağımlılık" olarak adlandırılan durumdur. Kadınlar kendilerini heteroseksüel olarak görebilir ve hatta evli olabilirler; ancak başka bir kadınla son derece sağlıksız hâle gelen ilişkiler geliştirebilirler. Bu bir arkadaşlık olarak başlayabilir, daha sonra son derece kafa karıştırıcı bir hal alır ve aralarında aşırı bir bağımlılık oluşur. Bu süreç, "Sana ihtiyacım var, beni anlayan tek kişi sensin, kimse ihtiyaçlarımı senin kadar karşılayamıyor." ile başlar, sonra da "Sensiz yaşayamam, sana sahip olmazsam ölürüm"e dönüşür. Bu ilişkiler saplantı haline gelebilir ve bu kadınlar duygusal bağımlılıklarında duygusal sınırlarını aştıkları için fiziksel düzlemde de sınırların aşılmasına yol açabilir. Ne yaşadıklarını anlamlandırmaya vakit bulamadan kendilerini cinsel bir ilişki içinde bulurlar.

Cinsel Meylin Değişmesi Mümkün müdür?

Gelişimimizi etkileyen pek çok faktör vardır, bu nedenle yukarıdakilere istisna olan veya burada bahsedilmeyen diğer faktörlere maruz kalan kişiler tanıyor olabilirsiniz. 

İstenmeyen bir eşcinsel çekim yaşayan insanlar için her zaman umut olduğunu bilmek önemlidir. Araştırmalardan biliyoruz ki, sadece davranış için değil, meylin kendisi için de değişim mümkündür (tıpkı yukarıda açıklanan deneyimlerin iştah ve arzu yaratması durumu gibi). Ulusal Eşcinsellik Çalışmaları ve Terapisi Derneği, yeterli motivasyona sahip erkek ve kadınların eşcinsellikten heteroseksüelliğe geçebileceğini ikna edici bir şekilde gösteren, 19. yüzyıla kadar uzanan ampirik kanıtlar, klinik raporlar ve bilimsel araştırmalara genel bir bakış sağlamıştır. 

Eşcinsel çekim sorununun diğer terapötik sorunlardan farklı olmadığı unutulmamalıdır. "Değişim" mümkündür. Bu nedenle toplumda duyduğunuz yalanlar cesaretinizi kırmasın. Değişimler bilim tarafından doğrulanıyor ve bunların gerçekleştiğini görüyor ve biliyoruz. Psikoterapi yardımıyla eşcinsel dürtülerini değiştirenlerin çoğu, toplum ya da aileleri onları değişemeyeceklerine ya da değişmeye çalışmamaları gerektiğine ikna ettiği için bunu daha önce yapmadıklarına pişman oluyorlar.

Kaynak: pro-lgbt.ru

25 Temmuz 2023

Bu Konu Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?

Bize Katılın!

Yeni içeriklerden haberdar olmak için e-posta bültenimize abone olun.