MESELE: Eşcinsellik

Eşcinselliğin Hastalık Kategorisinden Çıkarılması ve LGBT Hareketlerinin Rolü
MESELE: Eşcinsellik


 

AMERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİ’NDE EŞCİNSELLİĞİN TANI SEYRİ

Homoseksüelliğin (eşcinselliğin) geçmişte bir akıl hastalığı olarak kabul edildiğini biliyor muydunuz?

Dünyanın önde gelen psikiyatri kuruluşlarından APA (Amerikan Psikiyatri Birliği), tarafından eşcinsellik 70’li yıllara kadar psikolojik hastalık kategorisinde yer alıyordu. Birliğin yayınladığı Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM) psikoloji alanında klinisyenlere tanı ve ölçek sunan bir kılavuz kitabı olarak kabul ediliyordu. APA’nın sitesinde yer alan tanıma göre “DSM, ruhsal bozuklukların teşhisi için tanımlar, semptomlar ve diğer kriterleri içerir. Klinisyenlerin hastaları hakkında iletişim kurmaları için ortak bir dil sağlar ve ruhsal bozukluklar üzerine yapılan araştırmalarda kullanılabilecek tutarlı ve güvenilir tanılar oluşturur.”

Belirli aralıklarla yeni baskılar ve düzenlemeler geçiren DSM ilk baskısında eşcinselliği bir ruhsal hastalık olarak kategorize etmiştir. O dönem doktorlar tarafından da kabul gören bu görüş zaman içinde eşcinsel aktivistlerin baskı ve tehditleri sonucu tanı kitabından çıkarılmıştır. Bu müdahalenin sonucunda APA bir bağımsız kuruluş olmaktan çıkmış, eşcinsel örgütlerin iddialarını dünyaya duyuran (destekleyen) bir kürsü haline gelmiştir. Peki bu sürece nasıl gelindi? Bu ani ve keskin değişimin altında yatan sebepler nelerdi? Tüm soruların cevapları için DSM’nin geçirdiği dönüşüm sürecini ve dönemin şartlarını mercek altına alalım.

EŞCİNSELLİĞİN DSM’DEKİ TANI SEYRİ

Öncelikle DSM, 1952’den bugüne kadar beş kere revizyona uğramıştır. Bunlardan üçü de kendi içinde revize edilip yeniden yayımlanmıştır. Sırasıyla tüm kılavuzların tanı koyma kriterlerini, hangi yöntemle ne tür tanı değişikliklerine gidildiğini inceleyelim.

APA, 1952 tarihinde yayımladığı ilk kılavuzu DSM-I’de homoseksüelliği "sosyopatik kişilik bozukluğu" kategorisinde sınıflandırmıştı. Bu sınıflandırmanın alt türü olarak eşcinselliği, travestilik, pedofili, fetişizm ve cinsel sadizm ile beraber bir “cinsel sapma” olarak adlandırmıştı. APA’nın bu bilimsel tanısı, eşcinsellerin aktivizm boyutunda örgütlendiği döneme denk gelmesi dolayısıyla hayli dikkat çekmiş ve hedef tahtasına oturtulmuştu. APA’ya karşı gösteri yürüyüşleri ve protestolar başlamış; toplantıları basılmış, konuşmaları sabote edilmişti. LGBT örgütlerinin görüşlerine karşı çıkan bilim adamlarına ise açıktan tehdit mektupları gönderiliyordu.

Eşcinselliğin hastalık kategorisinden çıkarılması için LGBT örgütlerinin her alanda propaganda çalışmaları yürüttüğü rahatlıkla söylenebilir. Bunun için argümanlarını destekleyecek bilimsel çalışmalara da ihtiyaç duyuyorlardı. O dönem sırtlarını dayadıkları bir isim vardı: Alfred Kinsey. Esasen zoolog olan Kinsey, DSM-I'in yayımlanmasından önce, çoğunluğu Sodomy yasası[1] (Amerika’da 1600’lerden 1960’ların başına kadar geçerli olmuş, eşcinselliği ve eşcinsel ilişkiyi açıkça yasaklayan kanunlar) gereği tutuklanmış eşcinsel ve pedofili mahkumların (yani cinsel suçluların) röportajlarından oluşan “Erkekte Cinsel Davranış” başlıklı bir raporu 1948 yılında yayınlamıştı. Hemen ardından 1953 yılında “Kadında Cinsel Davranış” raporunu yayınlayarak eşcinselliği, zoofiliyi ve pedofiliyi meşrulaştırmaya çalışmıştı. Araştırma yöntemleri, veri toplama ve değerlendirme kriterleri son derece sıkıntılı olan her iki rapor, istatistik, tıp, antropoloji ve psikiyatri çevrelerince büyük eleştirilere maruz kaldı.

Fakat yine de Kinsey, savunduğu sarsıcı görüşleriyle kamuoyunun dikkatini çekmeyi başardı. Bu raporla birlikte ilk kez “cinsel yönelim” kavramını da ortaya atan Kinsey, insanların cinsel yönelimlerinin değişken olduğunu ve insanın hemcinsine, çocuğa ya da hayvana cinsel arzu duymasının son derece doğal olduğunu savunuyordu.

Gerçeğe tamamen aykırı olarak, Amerikan toplumunda erkeklerin %37’sinin hayatlarında en az bir kez homoseksüel ilişki yaşadığı iddiasında da bulunan Kinsey, eşcinselliğin Amerikan toplumunda sanılanın aksine çok yaygın olduğu mesajını vermeyi amaçlıyordu. Kamuoyuna sunduğu raporlarla eşcinselliğin son derece normal ve toplumda yaygın olduğuna dair yanlış bir algı oluşturmak istemişti. 

Günümüz dünyasına baktığımızda LGBT ideolojisinin beslendiği en büyük kaynaklardan biri de Alfred Kinsey’in çalışmalarıdır. Kendisi bu yüzden  “20.yüzyılın cinsel ahlakını değiştiren adam” olarak da bilinir. Her ne kadar görüşleri birçok bilimsel otorite tarafından kabul görmese de kendisi Rockefeller Vakfı'nın desteğiyle çalışmalarını sürdürmeye devam etmiştir. Kinsey’in çalışmaları, 1963 yılında Sodomy yasalarının kaldırılması ve 1973 yılında APA’nın eşcinselliği hastalık kategorisinden kaldırması üzerinde etkili olmuştur.

1950’LERDE BAŞLAYAN LGBT AKTİVİZMİNİN ETKİLERİ

DSM-I’deki tanıyı kabul etmeyen aktivistler ikinci kılavuz çalışmalarının yapıldığı toplantıları basmaya, üyeleri tehdit eden mektuplar göndermeye başladılar. Baskılara direnen APA, 1968 yılına gelindiğinde DSM-II kılavuzunda eşcinselliği ve diğer “cinsel sapmaları" açıkça ve yeniden ruhsal bozukluk olarak tanımladı. Eşcinsel aktivistler istediklerini alamamışlardı. Üstelik topluluk olarak sokaktan da istedikleri desteği göremiyorlardı. Her ne kadar örgütlenme yoluna gitseler de genel itibariyle LGBT topluluklarının kendine güveni yoktu. Fakat 1969 yılına geldiğimizde dönüm noktası olacak bir olay yaşandı.

STONEWALL AYAKLANMASI

Stonewall, Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrinde bulunan bir barın ismi. Çoğunlukla eşcinsellerin bulunduğu bu mekana polis sık sık baskın yapıyor. 1969 yılında yine bir polis baskınında lezbiyen bir kadın tutuklanıyor. Fakat polis hiç beklenmedik bir direnişle karşılaşıyor. Eşcinseller bu tutuklamaya itiraz ediyor ve polise saldırmaya başlıyor. Olaylar 3 gün boyunca devam ediyor. Üstelik bu ayaklanma başka şehirlere de yayılıyor.

Stonewall ayaklanmalarını değerlendiren gey yazar Edmund White: "O andan itibaren artık kendimizi bir akıl hastalığı olarak görmeyi bırakıp bir azınlık olduğumuzu düşünmeye başladık" ifadeleriyle olayın zihinlerde yarattığı değişimi gözler önüne seriyor. Ayaklanma, aktivistlerde istedikleri ortak acı ve hafızayı oluşturuyor. (Seneler sonra, 2019 yılında bu olay için New York polisine özür dilettiriyorlar. 2016'da da Barack Obama tarafından Stonewall Ulusal Anıtı açılıyor. Bu anıt Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk ulusal LGBT anıtı oluyor.) 1970’te ayaklanmayı anmak için bir yürüyüş gerçekleştiriyorlar. Bu yürüyüş ilk “gay pride”, yani “onur yürüyüşü” olarak tarihe geçiyor. Her yıl 28 haziranda, Stonewall ayaklanmasının yaşandığı tarihte dünya genelinde “onur yürüyüşü” düzenleniyor.

Stonewall ayaklanmasından sonra artık kendilerini bir azınlık statüsünde görmeye başlayan eşcinseller, hastalık etiketinden bir an önce kurtulmak istiyorlar. Tüm protestolarını, sloganlarını ve yürüyüş rotalarını APA’ya çeviriyorlar. Stonewall ayaklanmalarının ardından, APA'nın 1970 ve 1971 yıllarındaki toplantılarını saldırılarla kesintiye uğratıyorlar.

Tam bu noktada eşcinsellere APA’nın içinden de bir destek eli uzanıyor. Kariyerine, DSM-II’nin revizyonunda görev alarak başlayan Dr. Robert Spitzer, eşcinsel aktivistleri dinlemeye ve tanı kriterlerini yeniden gözden geçirmeye istekli biri olarak kendini sahneye atıyor. Spritzer, beklenmedik bir şekilde New York'taki bir davranış terapistleri toplantısında protestocuları dinlemeye karar veriyor. Toplantıda neler konuşulduğu, Spitzer’in hangi bilimsel argümanlarla ikna edildiği muamma olsa da Spitzer o tarihten itibaren aktivistlere tam destek verdiğini söylüyor. Ve sonuç olarak kendisi, başladığı işi bitirerek 1973’teki meşhur kongre kararlarının baş mimarı oluyor.

1973 APA YENİLGİSİ NASIL GERÇEKLEŞTİ

APA için en gürültülü ve sarsıcı dönem 1970 sonrasında başlıyor. DSM-III çıkarılmadan önceki son taarruzlar yapılıyor. Bu tarihten itibaren LGBT aktivistleri, APA üyelerine deyim yerindeyse nefes aldırmıyor. Örneğin bir klinik uzman eşcinselliğin tedavisi üzerine araştırmasını sunduğu sırada salona girip, çığlıklar atıyorlar. Masaların üzerine çıkıp bağırıyorlar. Kimsenin konuşmasına fırsat vermiyorlar. Başka bir gün, eşcinselliğin tedavisi üzerine yapılan bir sunumu basıp konuşmacının mikrofonunu elinden alıyorlar. Kendi görüşlerini okuyorlar. Bu yolla birçok APA toplantısını sabote etmeyi başarıyorlar. Stonewall ayaklanmasından sonraki tarihlerde iki taraf arasında da çok sağlıklı bir iletişim kurulamıyor.

Fakat Dr. Spritzer’ın desteğiyle APA kongresinden önceki yıl eşcinsel aktivistlerin de katıldığı bir konferans düzenleniyor. 1972 tarihli bu konferansta, eşcinsellik ve akıl hastalığı hakkında "Psikiyatri: Eşcinsellerin Dostu mu Düşmanı mı: Bir Diyalog” isimli bir panel düzenleniyor. Topluma gösterecekleri imaja her zaman önem veren aktivistler, panelde eşcinsel bir psikiyatristin konuşma yapmasının daha çarpıcı olacağını düşünüyorlar. Böylece gizli bir eşcinsel olduğunu iddia eden psikiyatrist Dr. John Fryer’ı kendilerine sözcü tayin ediyorlar. Fryer yüzünde bir maske ve “Dr. Anonymous-Dr. Anonim” takma adıyla, sesini değiştiren bir mikrofon kullanarak meşhur konuşmasını yapıyor. 

“Ben bir eşcinselim ve psikiyatrım.” sözleriyle başladığı konuşmasında vurgu yaptığı yerler Alfred Kinsey’in iddialarıyla benzer bir nitelik taşıyor. Eşcinsellerin tahmin edilenden çok daha kalabalık olduğunu ve özellikle psikiyatri çevresinde kendisi gibi gizli eşcinsel doktorlar bulunduğunu iddia ediyor. Fryer'ın ortaya çıkışı APA üyelerinde şok etkisi yaratıyor. Aralık 1973'te APA kongresinde, yönetim kurulu eşcinselliğin hastalık kategorisinden çıkarılması yönünde oy kullanıyor. APA üyeleri bu kararı 1974 yılında resmen onaylıyor.

Dr. John Fryer

O gün yapılan oylamanın sonuçlarına göre “Evet" sayısı toplam APA üyelerinin %32.7'sini oluşturuyor. Bu da APA üyelerinin üçte birinden azının oyuyla eşcinselliğin hastalık olmaktan çıkarıldığı anlamına geliyor. Pek çok üye bu oylamaya itiraz ediyor.[2] Bir yıl sonra, bütün üyelerin katılımıyla oylamanın yeniden yapılması talep ediliyor ama talepleri reddediliyor.

APA’nın maruz kaldığı süreci genel hatlarıyla değerlendirdiğimizde anlıyoruz ki eşcinseller tanı kılavuzunu kullanarak cinsellik ve cinsiyetle alakalı kavramları istedikleri biçimde kullanma hakkına sahip oluyorlar. Amaçlarına uygun tanımlar oluşturarak siyasi haklar elde ediyorlar. Fryer ile aynı panelde yer alan eşcinsel aktivist Barbara Gittings yıllar sonra "Bu asla tıbbi bir karar değildi. Bu politik bir hareketti."[3] sözleriyle durumu birinci ağızdan itiraf ediyor.

Barbara Gittings ve Kay Lahusen

APA ise konuyla alakalı yaptığı resmi açıklamasında görüşlerini çok net ifade ediyor: "Böyle bir kararı almanın etkisi ne olacaktır? Şüphesiz, homoseksüel aktivistler homoseksüelliğin heteroseksüellik kadar normal olduğunu psikiyatrinin kabul ettiğini iddia edecekler. Yanılıyorlar. Homoseksüelliği sınıflandırma sisteminden kaldırmakla, biz, sadece homoseksüelliğin psikiyatrik bozukluk kriterlerini karşılamadığını tanımış oluyoruz. Biz hiçbir şekilde homoseksüel davranışın arzulanan bir davranış olduğu fikrinde değiliz."

1973 kararından sonra Spitzer, başka bir meslektaşıyla verdiği röportajda APA’nın yukarıdaki açıklamasına benzer bir görüş sunuyor. Spritzer, "Eşcinsellik psikiyatrik bir bozukluk mudur?" sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Eşcinselliği artık bir psikiyatrik bozukluk olarak görmemekle birlikte, bu durumun normal ya da heteroseksüellik kadar değerli olduğunu da söyleyemeyiz. Eşcinsel duygularından rahatsızlık duyan ya da bu duygulardan memnun olmayan eşcinseller söz konusu olduğunda bir psikiyatrik bozuklukla, dolayısıyla öznel bir rahatsızlık vakasıyla karşı karşıya olduğumuzu kabul etmeliyiz.”

Aynı röportajda Dr. Bieber’a verdiği bir cevapta kendi ağzıyla eşcinselliğin hastalık olmaktan çıkarılmasının örgütlü bir yapı tarafından APA’ya zorla yaptırıldığına dair itiraf niteliğinde sözler de sarf ediyor. Ama kimse bu konunun üzerinde durmuyor. Dr. Spitzer: “Röntgencilik ve fetişizm sorunlarına [Dr. Bieber kadar] kafa yormadım ve belki de bunun nedeni röntgencilerin ve fetişistlerin henüz kendilerini örgütlememiş ve bizi buna zorlamamış olmalarıdır.” açıklamasında bulunuyor. Dr. Spitzer’in eşcinsellik tanısı hakkında yapılan değişiklikten bahsederken kullandığı ifadeler ise oldukça dikkat çekici: “Bu yeni önerinin APA'nın üç komitesi ve son olarak da Mütevelli Heyeti tarafından kabul edilmesinin nedeni, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin bazı vahşi devrimciler veya gizli eşcinseller tarafından ele geçirilmiş olması değildir. Mesele, çağa ayak uydurmak zorunda olduğumuzu hissetmemizdir. Bir zamanlar insanları sıkıntılarından kurtarma hareketinin öncüsü olarak görülen psikiyatri, artık pek çok kişi tarafından sosyal kontrolün bir aracı olarak görülüyor.” Bu açıklamasıyla Spritzer, 1973 kararının aslında bilimsel olmayan nedenlerle alınmış bir karar olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Çağa ayak uydurmak ifadesi ise tanı kriterlerinin mantıksal çıkarımlar sonucu değil, mevcut siyasi ortama uyum sağlamak amacıyla revize edildiği ve yine edilebileceği anlamını taşıyor.

SPRITZER FİKİR Mİ DEĞİŞTİRİYOR?

Christopher Doyle “Psikoterapi Savaşı” kitabında durumu şöyle anlatıyor: “APA’nın 1973 kararına ve ardından “eşcinsellik” kavramının DSM’den çıkarılmasına rağmen, eşcinsel eğilimli birçok kişi kendilerini “gey” veya “lezbiyen” olarak tanımlamadılar ve hemcinslerine karşı cinsel çekim hissettikleri için o kadar rahatsız oldular ki, bu durumdan kurtulmak için psikoterapi arayışına devam ettiler. 1999’daki yıllık APA Kongresi sırasında dışarıda, terapinin durumlarını tersine çevirdiğini iddia eden bir grup “eski eşcinsel aktivist” (ex-gay) ile yaşanan atışmadan sonra (bu eski eşcinseller, terapinin istenmeyen eşcinsel çekimi azalttığını ve artık karşı cinsi daha çekici bulmaya başladıklarını söylediler), Dr. Robert Spitzer, bu manzara karşısında eşcinsellerin deneyimleri hakkında yeni bir çalışma yapmayı kabul etti. 1973’te eşcinselliğin hastalık terminolojiden çıkarılmasına öncülük eden psikiyatristlerden olan Dr. Spitzer, sonrasında, ironik bir şekilde, “eski eşcinsel” fenomeni karşısında büyülenmiş ve bu fenomeni incelemek istemişti! Ve bunu yaptı da! “

Dr. Spitzer, 2003 yılında “Bazı Eşcinsel Erkeklerin ve Lezbiyenlerin Cinsel Yönelimlerini Değiştirmeleri Mümkün Müdür? Eşcinsellikten Heteroseksüel Yönelime Değişimi Anlatan 200 Örnek” başlıklı bir çalışma yayınlıyor. Bunun üzerine eşcinsel örgütler tarafından ihanetle suçlanıyor. Sayısız hakaret ve tehdit telefonları alıyor. Öyle ki Dr. Spitzer, tam 10 yıl sonra bile söz konusu çalışmasını “hatalı” olarak niteliyor ve aktivistlerden özür dilemek zorunda kalıyor. Christopher Doyle, Dr. Spitzer’ın özrünü değerlendirirken ileri yaşına rağmen eşcinsel aktivistler tarafından hakaret ve baskılara maruz kalmasının onu çok yıprattığını ve bu nedenle artık uğraşmak istemediği için özür dilediğini belirtiyor.

TANI DEĞİŞİKLİKLERİ DEVAM EDİYOR

Amerikan Psikiyatri Birliğinin (APA), ikinci tanı kılavuzunda açıkça “ruhsal bozukluk” olarak tanımladığı eşcinsellik, aktivistlerin eylemleri sonucu birkaç sene sonra yapılan 1973 kongre kararıyla “cinsel yönelim bozukluğu” olarak değiştirilmişti.

Bu tanıma göre eşcinselliklerinden rahatsız olan insanlar yardım için bir psikiyatriste gittiklerinde "cinsel yönelim bozukluğu" tanısı alacaklardı. O yıl yayınlanan bir habere göre APA mütevelli heyeti, iyi olduklarında ısrar eden ve sosyal etkinlikte genel bir bozulma göstermeyen insanlar için artık hastalık etiketinde ısrar etmeyeceklerini açıkladı. "Cinsel yönelim bozukluğunu" yalnızca cinsel ilgileri kendi cinsiyetinden kişilere yönelik olan ve cinsel meyilinden rahatsız olan ya da cinsel meyilini değiştirmek isteyen insanlar için oluşturulmuş bir kategori haline getirdiler.

1980 yılında DSM-III ve revizyonu

1980'de yayınlanan DSM-III’te eşcinselliğin, "cinsel yönelim bozukluğu" olmasından da vazgeçiliyor. Onun yerine “diğer psikoseksüel bozukluklar” başlığı altında “ego-distonik eşcinsellik" olarak yeni bir adlandırma yapılıyor. Ego distonik eşcinselliği, kişinin eşcinsel dürtü ve eğilimlerini heteroseksüel ilişkiye döndürme isteği ve çabası şeklinde tanımlayabiliriz. APA’nın yaptığı bu yeni sınıflandırma ile odak noktası eşcinsellikten tamamen sıyrılarak, heteroseksüel olma arzusu ve kişinin bu arzuyu gerçekleştirememesinden kaynaklanan sıkıntılara yöneliyor.

1987 yılına gelindiğinde ise APA, yine Robert Spitzer'in liderliğinde DSM-III'ün revizyonunu yayınlıyor. Revize edilmiş versiyonda "ego-distonik eşcinsellik" sınıflandırması tamamen kaldırılıyor. Onun yerine "kişinin cinsel yönelimi hakkında belirgin sıkıntı" ile tanımlanan "aksi belirtilmemiş cinsel bozukluk" tanısı ile değiştiriliyor.

1994 DSM-IV- Metin Revizyonu ve Sonrası

Ne DSM-IV'te ne de kılavuzun 2000'deki metin revizyonunda "aksi belirtilmemiş cinsel bozukluk" kategorisinde herhangi bir değişiklik yapılmıyor.

2013 yılında yayınlanan DSM-5 kılavuzunda ise “cinsiyet disforisi” kavramıyla tanışıyoruz. Cinsiyet disforisi, kişinin sahip olduğu cinsiyetten ve cinsiyetinin özelliklerinden duyduğu hoşnutsuzluk hali olarak tanımlanıyor. Bu kılavuz ayrıca "çocuklarda cinsiyet disforisi" teşhisini de içeriyor ve ilk kez cinsiyet gelişim bozukluğu olan bireylere disfori teşhisi konulmasına izin veriyor. Bu noktada işin rengi değişiyor diyebiliriz. Mevcut düzende disfori teşhisi alan insanlar için tek bir tedavi yöntemi sunuluyor: Hormon tedavisi ve ardından cinsiyet değiştirme ameliyatı. Cinsiyetleri konusunda karmaşa yaşayan tüm bireyler cinsiyet disforisi teşhisi alıyor ve hızla cinsiyet değişim sürecine yönlendiriliyor. Geri dönüşü olmayan izler bırakan bu sözde tedavi yöntemi bugün resmen devletler eliyle dayatılıyor. Bu tasnif ve ardından gelen dayatmalar neticesinde cinsiyet karmaşası yaşayanları terapi etmek dünyanın pek çok ülkesinde yasaklanmış durumda ve tek tedavi yöntemi olarak cinsiyet değiştirme yöntemleri dayatılıyor. Bu kişileri terapi ile tedavi etmek isteyen psikolog ve psikiyatristler lisanslarını kaybediyor ve ağır hapis ve para cezaları ile karşı karşıya bırakılıyor.  

Halbuki kişide disfori oluşmasının pek çok nedeni vardır. Çocukluk çağı travmaları, taciz, istismar, anne-baba rollerinin eksikliği, biyolojik veya bilişsel gelişim bozuklukları cinsiyet disforisine sebep olan başlıca etkenlerdir. Önemle üzerinde durulması gereken husus şudur ki hepsinin tedavisi mümkün. Fakat tanı ve tedavi noktasında dünyada var olan sistem disforinin altında yatan asıl nedenleri terapi ile çözmeyi yasaklıyor. Tahmin edileceği üzere bu konuda da maddi çıkarlar devreye girmiş durumda. Yazımızın baş aktörü olan APA’nın, DSM-5 görev gücü üyelerinin yaklaşık yüzde 70'i ilaç şirketleriyle mali ilişkiler kurmuş durumda. 

Tüm bu yaşananlara baktığımızda eşcinsel aktivistler ve destekçilerinin insanlara (özellikle cinsiyetleri hakkında kafa karışıklığı yaşayan çocuklara) yalnızca tek yönlü bir bilet sunduklarını görüyoruz. Ergenlik engelleyici ilaçlara, hormon tedavilerine ve cinsiyet değiştirme ameliyatlarına hızlı ulaşım sağlayan bir bilet. Fakat ne yazık ki çıkılan yolculuk insanları bekledikleri mutlu sona ulaştıramıyor. Tam tersi olarak, psikolojik sıkıntılarla boğuşan ciddi bir kesimi manipüle ederek cinsiyet değişimine ikna eden klinikler ve psikologlar eliyle insanların hayatı kararıyor, belki de çok basit bir psikoterapi ile giderilebilecek psikolojik rahatsızlıklar, kişilerin vücutlarını paramparça edecek ameliyatlarla son buluyor. 

Görülen durumların ve yaşanılan hadiselerin bir gerçeklik mi yoksa siyasi bir manipülasyonun ürünü mü olduğunu iyi tahlil etmek gerekiyor. APA tarafından eşcinselliğin hastalık kategorisinden çıkarılması öyküsü bizlere göstermektedir ki LGBT örgütleri baskılar ve türlü saldırılarla uluslararası arenada birçok mekanizmaya diz çöktürmeyi başarmıştır. 

Madalyonun öteki yüzünü görmek mühimdir. Gerçeklik, görünenden çok fazlası olabilir. 

 

[1] 1950’li yıllarda Amerika’nın pek çok eyaletinde Sodomy (Oğlancılık) yasaları uygulanıyordu. Sodomy yasaları temelde eşcinsel ilişki, çocuklarla ve hayvanlarla ilişki gibi fıtrî olmayan cinsel ilişki türlerinin tümünü yasaklayan bir kanundu. Yasalara göre bu suçları işleyen insanlar para ya da hapis cezasına çarptırılıyorlardı.

[2] Jack Dresher, Out of DSM:Depathologizing Homosexuality, Bhv Sci, 2015.

[3] Making Gay History, Harper Collins.

 

-MESELE LGBT ÖZEL DOSYA-